Küreselleşme Ne demektir?
Küreselleşmeyi basit manada “dünya milletlerini ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşmaya ve bir bütün olmaya götürmek” olarak tanımlayabiliriz. Ancak konunun çok boyutluluğu sayesinde küreselleşmeyi açıklayacak çok fazla tanım yapılmaktadır.
Ekonomik Bir Yöneliş Olarak Globalleşme:
Globalleşme, ülkeler arasında mal, hizmet, uluslar arası sermaye akımları ve teknolojik gelişimin hızlı bir şekilde artmasını ve serbestleşmesini ve bunlar sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeyi ifade eder. Birbirleriyle mal işlemleri, çeşitliliği, değer artışları, hizmetler, uluslar arası sermaye akımları, teknolojinin çok hızlı ve yaygın bir şekilde yükselmesi ve bu sayılanların ülkeler arasında giderek serbestleşmesi sayesinde ekonomik gelişmeyi ifade eder (IMF World Economic Outlook 1997).
Giderek Artan Bir Hızda Dünyayı Kuşatan Bir Akım:
Globalleşme, dünyada birçok ekonomik, finansal, politik, ulusal güvenlik, çevresel, sosyal, kültürel ve ulusal eyaletler arası teknolojik bağlantılar, piyasalar ve bireyler yoluyla kıtalararası mesafeleri birbirine bağlayan bir ağ olarak tanımlanmaktadır.
Amerikalı Gazeteci-Yazar William GREIDER tarafından yapılan tasvir ise şu şekilde:
“Küreselleşme, harikulade bir makineye benzer. İmha ettiklerinin karşılığını alır. Modern ziraatın makineleri gibi büyük ve hareketlidir. Fakat çok karmaşık ve güçlüdür. Koşarcasına sahalar açar ve sınırları önemsemez. Hareketlilik devam ettiğinden, makine, arkasında büyük tahribat izleri bırakırken, aynı zamanda büyük miktardaki refah ve zenginliği beraberinde getirmektedir. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktadır. Fakat direksiyonda kimse yoktur. Hızını ve yönünü kontrol eden bir iç dinamiği veya direksiyonu olmayan bir makinedir. Olabildiğince özgür ve de sınırsız… (Bu durum temelde onun kendi içsel istekleriyle yönlendirilmiş gelişme hareketi tarafından sürdürülmektedir). Makine, dünyayı yeniden yapılandıran, kendi kendine işleyen, bir ekonomik sistem draması oluşturan, zorunlu dünya çapında endüstriyel devrimin zorunlulukları tarafından yönetilen modern kapitalizmdir”.
Tüm bu tanımlardan çıkarabileceğimiz ortak sonuç, küreselleşme olgusunun bir bütünleşmeye, birlikteliğe işaret etmesidir. Sümerlerin tekerleği bulması ve ticarette tekerleğin gücü ile uzak yerlerle ekonomik ilişkilerini güçlendirmesi ile büyük bir hız kazanan ekonomik ve sosyal etkileşimi Küreselleşmenin başlangıcı olarak sayabiliriz. Günümüzde gelişen teknoloji olanakları ve ülkelerin birlikten yana değişen politikaları sayesinde (tek bir tuşa basarak kıtalararası para transferleri, çok uluslu şirketler, Avrupa Birliği gibi oluşumlar v.b) küreselleşme son sürat devam etmektedir.
Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu
Esas itibariyle ekonomik bir olgu olarak karşımıza çıkan küreselleşme, siyasal ve sosyo-kültürel boyutları da mevcuttur. Globalleşmeyi tarihin akışı içinde ortaya çıkan bir olgu (realite) olduğu kadar; uluslararası ticaretin yaygınlaşması, emek ve sermaye hareketlerinin artması, ülkeler arasındaki ideolojik kutuplaşmaların sona ermesi, teknolojideki hızlı değişim sonucunda ülkelerin gerek ekonomik, gerekse siyasal ve sosyo-kültürel açıdan birbirlerine yakınlaşmaları olarak da tanımlayabiliriz. Ekonomik küreselleşme, genel anlamda ülke ekonomilerinin dünya ekonomisiyle entegrasyonunu, yani dünyanın tek bir pazarda bütünleşmesini ifade etmektedir. Bir başka deyişle ekonomik küreselleşme, ülkeler arasında mal, sermaye ve emek akışkanlığının artması sonucu ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin yoğunlaşması ve ülkelerin birbirlerine yakınlaşması demektir.
Bir ülkede Ekonomik Küreselleşmenin varlığından söz edebilmemiz için o ülkenin serbest ekonomi sistemini seçmiş olması ve muhakkak dış ticaret yapması gerekmektedir. Küreselleşme hakkında yapılan eleştiriler bu bağlamda bir “serbest ticaret eleştirisi” halini almaktadır. Serbest ticaretin ülkeler için getiri ve götürüsünü tartışmak bu bağlamda faydalı olacaktır.
Serbest Ticaret’in Kazandırdıkları
Serbest Ticaret kavramının artı ve eksilerini değerlendirirken, bu kavrama baktığımız yerin çok büyük önemi vardır. Eğer konuya “insan” faktörünü göz ardı ederek bakarsak, serbest ticaret günün şartlarına ayak uydurarak yeni sektörler yaratan, kar etmeyen sektörleri kapayan, ünlü ekonomist David Ricardo’nun tabiri ile “Zenginliğe giden dolaylı yol” dur. Gerçektende düşünüldüğünde, durağan bir toplum olmamanın yolu serbest ekonomiden geçmektedir. Her ülke belirli sektörlerde uzmanlaşarak ürettiği ürünleri ihtiyaç sahibi ülkelere satıp, ihtiyaç duyduğu ürünleri yine kendi sektöründe uzmanlaşmış ülkelerden satın alarak ekonomik bir denge sağlamaktadır. Böylelikle enerjisini (emek gücü, ham madde, sermaye v.b.) doğru şekilde yönetebilir ve ülke kalkınır, gelişir. Serbest ticaretin sosyal yaşamdaki iz düşümlerini görmek için kapalı sistemle yaşamış ülkelere göz atmak gerekmekte. S.S.C.B. deneyimi bize kendi kendine yetebilen bir ülkenin nelerden yoksun kalacağını göstermesi bakımından önemlidir. Rusya ile özdeşleşmiş Lada marka arabaların 1990 sonrası çehresinin ve teknolojik olarak özelliklerinin artması, serbest ticaretin basit ama gerçekçi özelliğini bizlere göstermektedir.
İşin insan faktörünü düşünmeden devam edecek olursak, Küreselleşme ve Serbest Ticaretin “yararlı” olarak görebileceğimiz bir diğer yanı, yatırımların gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere kaymasıdır. Böylelikle gelişmekte olan ülkelerde istihdam sağlanmakta, yeni iş kolları oluşturulmaktadır. Uluslararası Şirketler vasıtası ile yapılan bu yatırımlar üretimin de küreselleşmesini sağlamıştır. Böylelikle teknoloji de dolaşımı sağlanan bir kavrama dönüşmüştür. Artık bir uçak veya araba tek bir fabrikadan çıkmamaktadır. Böylece, bir malın üretiminin değişik safhalarını oluşturan araştırma-geliştirme, parçaların hazırlanması, montajı, tamamlanması ve kalite kontrol gibi safhalar bir ülkeyle sınırlı kalmayıp; karşılaştırmalı üstünlüğe bağlı olarak tek bir üretim hattı içinde birden çok ülkeye yayılmıştır. Bir başka ifadeyle, üretimin küreselleşmesi ile üretim içi ihtisaslaşma önem kazanmıştır. Böylece, global firmalar etkinlik ve verimliliği ön plana çıkarmakta ve global rekabet koşullarını kendi lehlerine çevirebilmek için sürekli yenilik yapmak ihtiyacı duymaktadırlar.
Serbest Ticaretin bir diğer yararlı görülebilecek yanı yabancı sermayenin iç pazara girerek hem rekabeti hem de kaliteyi ister istemez yükseltmesidir. Finansal sektörün dışında yatırım için gelen yabancı sermaye bazen ana ülkedeki bir şirketin şubesini açarak, özelleştirme yoluyla eski kamu kuruluşlarını satın alarak, dikey ya da yatay bütünleşme metodunu kullanarak, ortaklıklar kurarak ya da tümden satın almalarla reel sektörde rekabete yol açmaktadır. Banka birleşmeleri veya banka şubelerinin açılması gibi yıllarca mali piyasalarda daha çok rekabete itilmekte dolayısıyla firmalar verimli ve etkin çalışmaya zorlanmaktadır (Kar ve Günay, 2003, s.18)
Küreselleşme ve Serbest Ticaret Eleştirileri
Yukarıda bahsettiğimiz Küreselleşmenin tüm bu olumlu yanlarının yanında eleştirilen yönleri de var. İlk başta belirttiğimiz gibi, konuya nereden baktığımız ile çok ilişkili yarar – zarar oranı. Eğer Küreselleşmenin Ekonomik sonuçlarına “insan odaklı” bakar isek herşey o kadar da parlak gözükmemektedir. Serbest Ticaretin kar elde etmeyen sektörleri acımasızca sonlandırması, bu sektörlerdeki çalışanların durumlarının ne olacağını akla getirmektedir. Serbest Ticaret savunucuları işsiz kalacak bu kesimi “kabul edilebilir bir kayıp” olarak bakmakta, yeni sektörlerin gelişebilmesi adına bu kişilerin zor durumda kalmasına göz yummaktadırlar. Bir ülkenin kalkınma planı ele alındığında tek tek bireylerin ne kadar önem taşıyıp taşımadığı tartışması, insana verilen değerle eş değerdir diye düşünmekteyiz. Sosyal devlet olgusunun önemi bu noktada çok büyüktür. İşsizlik parası, sigortası gibi kavramlar bu insanların hayatlarını garantiye almaları açısından büyük önem taşımaktadır.
Demiştik ki, uluslararası şirketler aracılığı ile yatırımlar, teknolojiler gelişmiş olan ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaktadır. Bu iyiymiş gibi gözüken durumun altında yatan gerçek ise şudur; Üretim faaliyetleri global firmalar aracılığıyla sınır-ötesi sabit sermaye yatırımı, sınır-ötesi iştirak, fason imalat anlaşmaları gibi değişik şekillerde uluslararası arenaya taşınmaktadır. Üretim alanı olarak bütün dünyayı hedefleyen bu firmalar, üretim faaliyetlerini maliyet avantajı sağlayacak ülkelere kaydırmanın yollarını aramakta ve faaliyetlerini hammadde maliyeti, ara malı maliyeti, işgücü maliyeti ve dışsal maliyetler açısından daha cazip gördükleri ülkelere kaydırmaktadırlar. Bu yönelişte özellikle işgücü maliyetinin düşüklüğü ve dışsal maliyetler önemli rol oynamaktadır. “Global firmalar, ücret artışlarının işgücü verimliliğini aştığı ülkeleri hemen terk etmekte ve düşük işgücü maliyeti sağlayacak ülkelere ya da bölgelere yönelmektedirler. Bu işin bir başka boyutu da ithal teknoloji konusudur; Küreselleşme ile gelişmekte olan ülkelerin milli gelir ve ihracatları içinde sınaî ürünlerin payı gittikçe artmaktadır. Bununla beraber küreselleşmenin, bu ülkelerin teknoloji üretir hale gelmesine olanak sağladığını söylemek çok zordur. Bu ülkelerin ithal teknolojiye bağımlı yapısı, sağlıksız dış ödemeler bünyesi ve sık sık dış şoklara maruz kalmaları hala önemini korumaktadır”.
Ayrıca, bu firmalar kendilerini çevre koruma maliyetlerinin etkisinden kurtarmak ve böylece rekabet avantajı sağlamak amacıyla faaliyetlerini çevre koruma mevzuatları görece gevşek olan ülkelere kaydırmaktadırlar. Ucuz iş gücünün sonuçlarından en önemlisi gelişmiş ülkelerde büyük işsizliğe neden olmasıdır. Emeğin değersizleşmesinin yanında bu ekonomik atılımların altında yatan “daha fazla kar” mantığı, belirttiğimiz üzere çevreye duyarsızlığı, insana duyarsızlığı da beraberinde getiriyor. Aynı zamanda, her ne kadar yatırımlar gelişmekte olan ülkelere kayıyormuş gibi gözükse de Küreselleşmenin hız kazanmasından beri görülen şudur ki, Zengin ülkeler daha zengin, fakir ülkeler daha fakir olmaya devam etmektedir. Küreselleşme ile ülkeler arasındaki gelir dağılımında adaletsizliğin arttığı gözlemlenmektedir. Özellikle, 1980 sonrasında gelişmiş ülkeler arasında kişi başına gelir açısından bir yakınlaşma gözlemlenirken; gerek gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler, gerekse gelişmiş ülkelerin kendi aralarında uçurum büyümüştür. Bir çok gelişmekte olan ülkede kişi başına gelir artışı ortalama olarak ikiye katlanmasına rağmen, bu artış yine de gelişmiş ülkelerin sağladığı artışın çok gerisinde kalmıştır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler arasında kişi başına gelir açısından bir kutuplaşma söz konudur. Kore, Malezya, Tayland gibi ülkeler gelişmiş ülkelerin kişi başına gelirde sağladıkları artışı yakalayabilirlerken; Orta Doğu ve Afrika ülkeleriyle, Hindistan ve Bangladeş gibi Asya ülkelerinde bu artış çok gerilerde kalmıştır. Tüm bunlar Küreselleşmeyi “Vahşi Kapitalizm, emperyalizmin yeni biçimi” olarak yorumlayan kesimin en büyük argümanlarını oluşturmaktadır.
Küreselleşme ile beraber sermaye hareketleri, hem hacimsel olarak artmakta hem de kısa vadeli ve spekülatif amaçlara yönelmektedir. Hacim ve karakter açısından biçim değiştiren yabancı sermaye hareketlerinin özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilediği, bu ülkelerde makro ekonomik istikrarsızlığa sebep olduğu ve finansal krizlerin sorumlusu olduğu sık sık gündeme gelmektedir. Kısa vadeli ve spekülatif amaçlara yönelen sermaye hareketlerinin hacminin büyümesi, gelişmekte olan ülkelerde finansal kriz potansiyelini artırmaktadır. 1994-1995’teki Meksika krizi ile 1997-1998’deki Asya Pasifik krizi buna örnek gösterilebilir. Her iki krizin nedenleri gerçek manada hala netlik kazanmamakla birlikte, sermaye hareketlerinin önemli bir istikrarsızlık kaynağı olduğu ve küreselleşmenin bu problemi hafifletmekten ziyade daha da kötüleştirdiği görülmektedir.
Sonuç
Toparlarsak; Küreselleşme tanım olarak dahi hala üstünde tartışılan, bir fikir birliğine varılamayan bir olgudur. Ancak göz ardı edilemeyecek bir gerçek vardır ki, Küreselleşme ekonomi dünyası çevresinde şekillenmektedir. Bir başka deyişle, küreselleşmenin devinimini sağlayan güç ekonomidir. Serbest Ticaret Kuramı ile can bulan ve kendisini teknolojik gelişmeler ışığında durmaksızın geliştiren ülkeler arası ekonomik ilişkileri acımasız bir rekabet ve piyasa anlayışına dönüşmüş durumdadır. Serbest Ticaret odaklı Küreselleşmenin yukarıda uzun uzadıya saydığımız genelde bireyi düşünmeyen yapısı büyük bir olumsuzluk olarak gözükebilir ama ülkelerin gelişmesi, yeni sektörlerin hayata geçmesi, rekabetin artması ile kalitenin yükselmesi gibi konular da olmazsa olmazlar arasındadır. Hal böyle olunca ülkelerin yapması gereken “sosyal devlet” anlayışını azami seviyede hayata geçirmektir. Küreselleşmenin insani olmayan boyutu bu şekilde dengelenebilir. Eğer küreselleşme maksadını aşan bir hal alırsa ileriki nesiller tarafından “yeni bir sömürgecilik akımı” olarak adlandırılacaktır. Bunun önünde duracak olan ülkeler kimliklerini ve sahip oldukları enerjiyi iyi kullanabildikleri sürece Küreselleşmenin kötü etkilerinden olabildiğince az etkilenecek ve küreselleşme ülkeler adına gelişmenin, kalkınmanın bir simgesi olacaktır.